17 Şubat 2012 Cuma

hobo olmak..

güneşin ufka uzandığı ve gökyüzünün kıpkızıl renge boyandığı bir akşamüzerinde, yani gezegenin yarısına akşamın çöktüğü vakit, hüznün mutluluğunu en iyi şekilde yaşarlar.

bir sırt çantasının ve bez ayakkabının yıpranmışlığı kadar yaşanmışlığın olduğu bu odaya, karşı apartmanın penceresinden yansıyan akşam güneşinin kızıl ışığı; masamı, sandalyemi ve yarı dolu bira bardağının hemen yanında iki üç sigara söndürülmüş kültablasıyla birlikte beni adeta bir edward hoppertablosunun içinde gibi hissettirir.. öylece sessiz ve yapayalnız. pencerenin hemen kenarına oturup dışarıyı seyrederken gökyüzünde süzülen kuşun hareketsiz uzun kanatlarına takılan gözüm, özgürlüğün tanımını okuyor gibi olur. kuşların hep yaptığı bir şey. bunu en güzel onlar anlatır. kanatlarını ılık rüzgarı yararak havada süzmesi brahms'ın 3. senfonisinin ezgilerinde yaşatır beni.

eskimiş, yıpranmış ve soluk renkli yeşil çantama baktığımda ne hüzünlü ne de neşeli olan eski yolculuklarımı düşünürüm.. kısa bir süre önce, birikmiş paramla aldığım küçük viski şişesini ikinci el kitaplarla dolu çantamın içine koyup merdivenlerden hızlıca inmeyi tasarlarken o kuşun özgürlüğüne bir gıdım daha yaklaşmanın heyecanını hissederim.

nihayetinde kendimi sokakta bulurum. gökyüzüne baktığımda o kızıllığın altında süzülen kuşun çoktan yok olup gittiğini görmek farklı bir hüzün yaratır içimde.

hobolar; özgür oldukları kadar hüzünlüdürler. hüznün mutluluğunu doyasıya yaşarlar.